19 Haziran 2008 Perşembe

OEM MANEVİ HAYATIMIZ


Prof.Dr. Nusret ÇAM
İSLÂM’DA SANAT

“Çok insan anlıyamaz eski mûsikimizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden"

YAHYA KEMAL

İnsanların güzelliklere daha da susadığı günümüzde keşke mümkün olsaydı da, İslâm’da tasvirin yasak olup olmaması meselesi hiçbir şekilde tartışma konusu olmasaydı. Yine mümkün olsaydı da, İslâm’da sanatın yeri mevzuuna hiç değinmeseydik. Zira Müslümanların bu gibi tartışmaları çoktan aşması, onun yerine, sanatın kendisini konuşması gerekirdi. Fakat yüzlerce yıldan beri süregelen bu tartışmaların günümüzde de devam ettiğini, sanat ve estetiğe hor gözle bakıldığını görmek bir ilâhiyatçı sanat tarihçisi olarak bizi böyle bir çalışmaya mecbur etti.
Günümüz İslâm dünyasında yan yana getirmekte oldukça güçlükle karşılaşılan kavramlar arasında “İslâm” ile “sanat” da bulunmaktadır. Bugün İslâm ülkelerinin hemen hemen hepsinde cemiyetin her kesiminden insanların bu iki kelimeyi bir arada düşünmekte bir hayli zorlandığını görmekteyiz. “Sanat”la “İslâm” kelimeleri birarada kullanıldığında, kendisini dindar kabul etmeyen kesim, İslâm’ı sanata tahammül edemeyecek kadar “geri” görmekte, kendisini dindar olarak kabul eden kesim ise sanatın İslâm’la bağdaşmayacak kadar “kötü” ve “lüzumsuz” olduğunu düşünmektedir. Birbirinden o kadar uzak görüşleri savunan bu insanların ortak noktaları tasvirin İslâm’da yasak olduğu varsayımdır.
Bu insanlara İslâm’ın sanata bakışının ne olduğu sorusu ebrû, tezhip, minyatür, hat, cilt, çini gibi klasik İslâm sanatları dikkate alınarak sorulduğunda da fazla tatmin edici bir cevap alınacağı sanılmamalıdır. Zira bunlar hakkında birçok kimsenin fazla bir bilgisi yoktur. Konu mimarlık olunca, durum biraz değişmekte ve cemiyetimizin hemen her kesimi Selimiye, Süleymaniye, Sultanahmet gibi câmilerle Mimar Sinan’dan hayranlıkla bahsetmekte, fakat bunların büyüklüğünün onların hangi özelliklerinden kaynaklandığı sorusu yine de cevapsız kalmaktadır.
Bugün yalnız Türkiye’nin değil, bütün İslâm dünyasının hemen hemen her kesiminde büyük bir “estetik erezyon” ve “tarihi tahrip” hâdisesinin yaşandığı acı bir gerçektir. Çirkin binalar, estetikten mahrum avlusuz câmiler, bina ile orantısız minareler, maviye veya yeşile boyanarak aslî güzelliklerini kaybetmiş mihraplar, yurt dışına kaçırılan yazma eserler, bir kenara atılmış nâdide hat levhaları, bir köşede çürümeye terkedilmiş Selçuklu veya Osmanlı sinileri, kırılmış mezar taşları, tarihten ve sanattan kopmuşluğumuzun ifadesi değil midir? Dindar ve muhâfazakâr olduğunu söyleyen zenginlerimizden kaçı bugün hat, ebrû, tezhip gibi klasik İslâm sanat eserlerinin kolleksiyonunu yapmakta; gençlerimizin kaçta kaçı böyle sergileri ziyâret etmektedir? Hattâ bunların bugün Türkiye’de hemen hemen Osmanlı’lar zamanındaki kadar başarıyla icra edildiğini, en iyi müşterilerinin yabancılar olduğunu bilmektedir?
Halbuki bir din en iyi ifâdesini sanatla bulur; kendisini en iyi sanatla ifşa eder. Bu, bilhassa dini toplumlarda böyle olmuştur. Geçmiş yüzyıllardaki İslâm kültür, medeniyet ve tefekkürünü dikkate aldığımızda insanı eğer Yaradan’ına kavuşmaya çalışan bir kuşa benzetecek olur isek kanadının mutlaka estetik, yani sanat olduğunu görürüz. Sanatın o devirlerde bilhassa tasavvuf çevrelerinde gelişmiş olması tesadüf değildir. İslâmı sanat ve estetikten soyutlamanın ne dini bir dayanağı vardır, ne de bundan sanat ve dinin bir kazancı bulunabilir. Tam tersine bundan din de, sanat da , insanlık da zararlı çıkar. Eğer meseleye din açısından bakacak olursak, böyle bir anlayışın, dini çok az bir kesime hitap etmek zorunda bırakacağı, İlâhi mesajları kuru ve yavan yapacağı, insan ruhunda derin boşluklar doğuracağı için dinin insanlar üzerindeki tesirinin de azalmasının mukadder olduğunu görürüz. Bunu söylerken Hazreti Peygamber’in tebliği sırasında İslâm sanatının henüz teşekkül etmediğinin farkında olduğumuzu ifade etmek gerekir. Gerçekten de o devirde ne Karahisarî, ne Mimar Sinan, ne Itrî, ne de Kara Memi vardı; ama Kur’an-ı Kerim bir taraftan Allah’ın (C.C) Cemâl sıfatını insanlara duyururken, diğer taraftan da mânâ ve ses olarak insanlara eşsiz güzellikler sunuyordu. Hazreti Muhammed (S.A.V.) de "İslâm güzeldir, güzelliği sever”, “Kur’an’ı seslerinizle güzelleştirin, (ezanı kasdederek) ya Bilâl, kalk da bizi ferahlandır” demek suretiyle insanlara İslâmın estetik ufuklarını ve kaynaklarını işaret ediyordu.
Sanatın ve İslâmın ne olduğu sorusuna yeterli cevap verilmemesi ve bunların kesişme noktalarının tesbit edilememesi sebebiyle bugün İslâm sanatı ya çok özel bazı alanlara sıkışıp kalmış, ya da müzelik bir hadise olarak düşünülür olmuştur. Günümüzde “İslâm sanatı” adına ortaya konulan eserlerin ise henüz istenilen seviyeye gelmediği görülmekte, fakat büyük istikbal vaadetmektedir. Bu sebeple günümüzde İslâm’da sanatın yeri ve mâhiyeti konusu, kendiliğinden önem kazanmaktadır.
İslâm’ın tasvire, sanata ve mimarlığa bakışı gibi konular, hem Müslüman, hem de yabancı araştırmacılar tarafından epeyce işlenmiş olmakla birlikte, tartışmaya açık hâlâ bazı tereddütlü konuların bulunduğu, bunların gelişen İslâm araştırmalarının ve sanat tarihi incelemelerinin ışığı altında yeniden incelenmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Biz bu çalışmamızda İslâm’da sanat konusunun en tartışmalı ve kritik konusu olan tasvir meselesine özel bir yer vermek gerektiğini duyduk. Bunu yaparken dini delillerden başka İslâm’ın insanı nasıl kavradığı meselesini de bakış açımızın önemli bir parçası halinde ele almanın gerekli olduğunu gördük. İslâm estetiğini ve sanatının daha iyi kavranması için ilerde bu hususta daha derinliğe açılan konular üzerinde duracağız.
BÜTÜN YAZILAR
Kurtuluş Savaşı
ANADOLU KULÜBÜ PROGRAMI ( 1999 YAYINI)
DİLİMİZ, EN BÜYÜK ZENGİNLİĞİMİZ!
KENAN SEVEN BELGESEL FOTOĞRAF ATÖLYESİ KARMA FOTOĞRAF SERGİSİ
ATATÜRK VE SANAT EĞİTİMİ
2007- MEVLANA YILI
11.ULUSLARARASI ANKARA TİYATRO FESTİVALİ BAŞLADI
İMGELERİN GERÇEKLEŞMESİNDE GERÇEKÜSTÜ
MEKÂNIN VE RENGİN BİRBİRİYLE ÇATIŞTIĞI AN, ORADAN BÜTÜNLEŞME
2007- MEVLANA YILI
''MODIGLIANI, IŞIĞIN VE HÜZNÜN RESSAMI'' BAŞKENTTE SEYİRCİYLE BULUŞUYOR.
İSLÂM’DA SANAT
EDEBİYAT NEDİR?
DİL NEDİR?